14 Nisan 2009 Salı

Oorlogswinter



1972 yılında Jan Terlouw'un yazdığı "Oorlogswinter" filmi geçen sene beyaz perdeye uyarlandığında sinemada izlemeye gitmiştik. Film ve edebiyat konusunda Hollanda pek zengin sayılmaz, ama eğer söz konusu İkinci Dünya Savaşıysa, muazzam eserler sergileyebiliyorlar. Oscar ödülleri alan veya aday olan filmlerde genelde bu tarzdır, misal vermek gerekirse; de Tweeling (Tessa de Loo'nun kitabı), de Aanslag (Harry Mulish'in kitabı), Zwartboek ve Karakter (F. Bordewijk'ın kitabı) gibi.

Oorlogswinter savaşın son aylarını anlatmakta. 1944/45 kışı en zor şartlar altında geçmekte. Her yerde kıtlık ve açlık var. Hollanda genelinde o kış 20 bin insan açlıktan ve savaş koşullarından ölmüştür. İşte filmimizde Veluwe bölgesinde, Zwolle yakınlarında, IJssel nehrinin bir ucunda bulunan bir köyde geçmektedir. Michiel belediye başkanının oğludur ve kaldıkları köy Alman askerleri tarafından işgal edilmiştir. Bir akşam bir İngiliz uçağı düşer ve Michiel arkadaşıyla harabeyi incelemeye ormanın içine dalar.. Daha sonra olaylar peş peşe gelişmektedir. Ben filmi fazla açıp, izlemek isteyenlerin hevesini kırmak istemiyorum.



Çevirme sebebim sırf Hollanda filmi olmasından dolayı değil, eğer çevirilerimde tek o kriteri seçmiş olsaydım 2008 Oscar adayı olan Dunya&Desie filmini çoktan çevirirdim. Ama dediğim gibi savaş filmlerinde ne kadar başarılıysalar, komedi flimlerinde de o kadar berbatlar (bence). Çocukluğumda, işte ilk okulu bitirdiğim sıralar en sevdiğim yazar Thea Beckman'dı. Ama bu romanı da okudum elbette. Eski günlerin anısına, üstelik filmi sinemada izleyip beğendiğim için "anadilden" çevirmem gerektiğini inandım. Malum çocuk romanı, filmin dilide, romanın dilide o bakımdan basit. Basit olmasına rağmen Michiel'in dünyasına girip, onun gözlerinden savaşı izliyoruz yakından. Ben duygu bakımından dibe burmayı severim.. Hüzün de, mutluluk da yeri geldiğinde kanımda ve hücrelerimde dolaşsın ve benliğimi sarsın isterim, ama bana bunu yaşatacak çok ender filmler var. Elbet bir de o an hangi ruh haliyle izlediğimiz önemli..



Her çeviride yeni şeyler öğrenmek gerçekten çok güzel. Yani ben en azından her defasında yeni bir şeyler öğreniyorum. Gerek film açısından, gerek altyazı hazırlama ve teknikleri açısından, gerekse filmin konu aldığı olaylardan, kişilerden. Bu filmin altyazı hazırlama işlemi ve dil konusunda zorluk çekmedim. Ama.. ama "Oorlogswinter"ı bir türlü uygun şekilde Türkçelendiremedim. Yani kuru kuruya "kış da savaş" veya "savaş da kış" demek çok basitce geldi. Hani yukarıda da bahsettiğim gibi 44/45 kışı çok zor şartlar altında geçmiş, bu sebeple daha vurucu bir isim olması kanısındaydım. Divxforever'deki arkadaşların sanırım biraz başlarını ağrıttım ama.. her zaman derim "paylaşmak güzeldir" diye. El birliğiyle, gerçi biz tercih ettik, belki uygun olmasa da ben "Kış Ayazında Savaş" isminde karar kıldım. Beğenerek izleyeceğiniz hoş bir film, umarım hakkını verebilmişimdir. İyi seyirler..



10 Nisan 2009 Cuma

Gelincikler

Çorak toprağımda açan kıpkırmızı bir gelinciksin sen!


Gelincikler

gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda
işi iş kasabanın
su yüzlü çocuğun işi iş
bir de poyraza döndü mü hava
başlar masmavi damarlar fışkırmaya yanaklarından
faytonların turuncu tekerlekleri
yansır gaz tenekeleriyle çevrili bahçelerde
asılı çamaşırlarından bir tutam çivit kokusu alıp gider
gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda.

saat onikilerde
postanede mektup yazan adamlara bakar bir semt delisi
durmadan bakar
ki o mektuplar nereye giderse gitsin
öylesine uzundur ki kasaba
gelinciklerden bükülmüş bir ibrişim gibi
gidip gelen mektup zarflarıyla tarif edilebilir ancak
içlerinde kar serpintisi
içlerinde bozkır
içlerinde herkesin bir güneyi olan
ve marangozlar upuzun kayıklar yaparlar bunun için
kesersiz, çivisiz, elsiz
sadece ruhlarından
o kayıkları içinde domates doğranan bir akşamüstünde yüzdürürler
canlanır suya değince hemen
bordalarındaki nakışlar
bir derya gülü alıp başını gider.

yeter ki görünsün gelincikler
önce tek tek görünsün sonra topluca
usta bir doğramacı gibi kırmızılar doğrar kasaba
gelincikler indi mi çayırlardan
su bardaklarına, berber dükkanlarına girdi mi
duvarlara sicimle tutturulmuş şişelere
girdi mi bir kere
-aynaları boğacak neredeyse
-taşlıkları basacak sel gibi
o zaman...
tam o zaman
marangozlar mis gibi rakılar içerek kayıklarında
konuştukça binlerce kayık
konuştukça binlerce köpük, binlerce kıyı olurlar
ve nedense bir vapur bizi alıp götürecekmiş gibi bakarız birbirimize
unuturuz sonra alıp başını gitmeyi de
yeter ki iki dudak arasına konsun gelincikler
ipince bir ıslığa yerleştirilsin
türküler süzsün tüveyçlerinden
kahveler eski renklerine boyanır yeniden
biralar ciğ ışıkta bile parlak
yıkanır tertemiz oluncaya kadar yaşamak.

gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu
seziyor muyuz yalnızca
baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan
öyle bir arada güzel
yaşamanın lezzetini
kanımızı tutuşturdukça gün günden
buğusunu saldıkça
bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi.
Edip Cansever

1 Nisan 2009 Çarşamba

1 nisan

Bugün bir Nisan, sanki bilmiyoruz da. Sağ olsun etrafımızda ki insanlar bize bu "güzel" günü zaman zaman hatırlatırlar :P Ama aslında bu günün neden "şaka günü" olarak adlandırıldığını bilir misiniz? Fark etmez ben de pek bilmiyorum zaten ama gördüğüm gibi bunun kökenide Hristiyan dinine dayanmakta (mesela Aziz Valentine günü gibi..) Bazı kaynaklara göre Fransa'da 1582 yılında Jülyen vaktiminden, Gregoryen takivime geçiş yapılmış. O vakte kadar yeni yıl 25 marttan 1 nisana kadar kutlanıyormuş, ama zamanın kralı yılbaşını 1 Ocak'a aldırır. Bu yeni yılbaşını unutanlara, ya da kabul etmeyenlere 1 nisanda şaka ve alaycı sebeplerle hediyeler verilirmiş, ya da olmayan eğlencelere davet edilirlermiş. Başka rivayetlere göre Hristiyanlıktan önce olan Pagan inancından kaynaklandığına inanılır. İşte her neyse..

1 Nisan günü bizim Yıldız ile tanışma günümüzdür. Sabah zaten kendisine bir sms atıp, bu günü kutladık ;) Bundan seneler önce tuhaf bir karşılaşmayla tanışmıştık. O zamanlar mühendislik fakültesine yeni başlamıştım. Kütüphaneye giden kapıda Türk olduklarını anladığım 3 tane kız kapılarla boğuşuyordu. O an zaten buraya ait olmadıklarını anlamıştım, zaten öyle olsa, kapıyı itmeleri yerine çekmeleri gerektiğini anlarlardı :P Aradan geçen 5 dakika sonra köşede duran kahve makinasında tekrar karşılaştık. O zaman yanımda bölüm arkadaşları Mehmet ve Orhan vardı. Bir şeklide sohbete başladık ve aslında bunların çok uzaklardan, Almanya sınırına yakın bir şehirden geldiğini ve bizim bölümde okuyan 2 erkek arkadaşımızla görüşeceklerini anlattılar. Ama o 2'si çoktan Rotterdam'a gitmişti, kızların geleceğini unutup. Düşünün yani o zamanlar cep telefonları yeni yeni çıkmıştı. Ve o arkadaşlarda da yoktu :P Neyse biz dedik bari ev sahipliği yapalım ve kızlarla Rotterdam'a gidip biraz gezip, eğlendikten sonra, geri trene bindirip evlerine yolcu ettik... Tabii ertesi gün kızların geldiğini duyanlar çok üzüldü. Ama o garip buluşmadan sonra daha çok görüştük..

Grup gittikce büyüdü. O zamanlar tabii bir de OV'imiz vardı, otobüse, trene, metroya bedava biniyorduk, keyfimize ve kafamıza göre bakmışsın Amsterdam'a, bakmışsın Apeldoorn'a, bakmışsın Eindhoven'a gidiyorduk. O zamanki arkadaşlık da başkaydı ya. İnsanlar sanki daha bir sade ve saf yapılıydı, aralarda çıkarcılar olsa da. Ama işte grup büyüdükce, sorunları da çoğaldı. Vay efendim pikniğe gittiniz de beni neden çağırmadınız. Yok o onu seviyormuş da, diğeri kıskanıyormuş derken.. ve arada evlenen arkadaşlarda olduğundan dağılmalar oldu. Ama biz Yıldız'la bağımızı koparmadık. Hey gidi hey, ne dolu dizgin anlarımız olmuştu. Farklıydı o zamanlar ya, gerçekten farklıydı. An geldi Yıldız evlendi, hayırlı olsuna gittik. Düğün Türkiye'de olduğundan gidemedik. Tabii geçen zaman ve yaşam şartlarından dolayı eskisi gibi görüşemiyorduk. Gençliğimizde birbirimizi görmek veya gezmek için saatlerce trende vakit harcardık ama belli bir zaman sonra, zamanın kıymeti bizim hayatımızada girdi.

1 Nisan benim için şakadan çok bir dönemi anımsamamı, çok hoş arkadaşlıklar kurduğumu.. (aslında her birini anlatsam birer sayfa ayırmam gerekir) bazen pembe dizi anlarımızın olduğu, kötü bazı hatıralara rağmen, genelde çok eğlendiğim bir dönemi hatırlatır bana. Bu yüzden her sene Yıldız'la kutlarız... O benim için her zaman o ilk gün kapıyla boğuşan, uzun boyuna rağmen ona "yer faresi" olarak seslendiğim, hatırladıkca yüzümde bir tebessüm olarak kalacaktır :)